Bazen sadece anlatır insan, mesaj vermeden, sonunu nasıl bağlayacağını bilmeden.
Bizim mahallede eski bir kahve vardı.
İçeride genelde yaşlılar bazen de gençler; yüksek sesli gülüşleri, masalara
vurdukları okey taşları ve yumruklarının sesleriyle durmadan çay içer, sohbet
ederlerdi. Biz - ben ve mahalledeki diğer ufaklıklar- kahveye sadece
büyüklerimizi çağırmaya gönderilirdik. Berberin hemen yanıydı, berbere çok
gitmiştim ama kahveye ilk defa gidecektim. Geceleri tüm evlerden kahkahalar ve
mangallardan tüten dumanlar yükselirdi ama gündüzleri sadece kahveden. Yoğun
bir sis bulutunun içine girdiğimi hatırlıyorum -o zamanlar sigara içme yasağı
yoktu- gözlerim biraz yaşardı ama hemen alıştı, fakat alışamadığım bir durum
vardı ki o da neşe ve şiddetin gereksiz uyumuydu.
Ciddi bir bakkalımız vardı. İçeri
girdiğimde yüzüme dik dik bakar ilk benim konuşmamı beklerdi, o baktıkça ben de
bakardım en son o sıkılır kafasını hafifçe sallardı ben de istediklerimi
sıralardım. Ciddiyetini bozmadan istediklerimi poşetler, kendince bir şaka
yapar buna tepki olarak gıdığını çıkarıp burnundan tıslardı, bu onun gülmesiydi
diye düşünürdüm, meğer değilmiş; Önce önündeki adamın keline tüm gücüyle
bir tokat yapıştırdı sonra da avazı çıktığı kadar kahkaha attı, boğazı yırtılıp
nefesi tükeninceye kadar sürecek sandım ama başladığı kadar hızlı bitti. İşte
bu sahneyle birlikte kendi kahvefobi hastalığımın mucidi oldum.
Tıpta adı konulmamış bir hastalık bu
çünkü adı değişir. Herkesin bu korkuyu ilk yaşadığı olaydan alır adını. İşin
aslı, insanların görmeye alışık olmadığın yüzünü görmenizle başlar. Bu anne
babanızı iş yerinde görmek, öğretmeninizi sevgilisinin yanında görmek hatta
ilkokul arkadaşınızı ilk olarak üniformasız görmek bile olabilir. O insanlar
artık sizin evde bildiğiniz pijamalı aileniz, ciddi ve babacan öğretmeniniz
veya çalışkan arkadaşınız değildir. Onların birer kimliği daha vardır ve bunu
kabul etmek demek onların sizsiz bir hayatları olduğunu da kabul etmek
demektir. Başta zor gelir çünkü onları sadece iş başında görmüşsünüzdür, özel
hayat ise bambaşkadır.
Özel hayatla meslek hayatını birbirine
karıştırmak birçoğumuzun farkında olmadan yaptığı bir şeydir. Mesela
"doktordan temiz araba" sözünü ben ilk duyduğumda, tüm koltuklarında
kan lekeleri olan, koltuk aralarından haplar vs. çıkan ama yine de dışarıdan
bakınca temiz görünen bir araba canlandı gözümde. 'Öğrenci adam', pasaklılığı
ve dağınıklılığıyla bilinir ve öğrenci adamın asla parası olmaz, büyüklerle
çıkılan yemekte ona hesap ödetilmez, cep harçlığı verilir ona, mühendislerinse
iyi birer koca olacağı düşünülür hep.
O gün kahvede yaşadığım şoku çabuk
atlattım, hatta okey masalarının yanındaki sandalyede yancı hesabından oralet
içmişliğim bile var. Meslek hayatlarıyla özel hayatları arasında fark
olmayanların mesleklerini seven insanlar olduğunu anlamam da pek uzun sürmedi
ama hala çocuklarına mühendis ol, doktor ol diyen ebeveyni anlayabilmiş
değilim.