25.3.13

Bir Evsize Sualler

Yıllar önce saçı sakalı birbirine karışmış bir evsize para kazanmak ister misin dedim ve onu alıp sahneye çıkardım. Yıkanmasına imkan sağlayıp kıyafetlerini çıkartıp yapay kostümler verdim. Seyircilere de durumu olduğu gibi anlattım sokakta yaşadığını ve yiyecek parası bile olmadığını belki kazanırsa biraz içki içmek isteyeceğini... Ona istedikleri soruları sorabileceklerini söyledim. Bir oyun sandılar. Adama neşeyle sorular yağdırmaya başladılar o da içtenlikle cevap veriyordu.
- En son ne zaman yıkandın?
- 1 ay kadar önce havalar sıcakken dereye girmiştim.
(kahkahalar)
- Bu hale nasıl düştün?
- Kendimi bildim bileli buradayım.
- Ne zamandır kendini biliyorsun?
- İçmeye başladığımdan beri.
- Ne zamandır içmeye başladın?
- Sakallarım çıkmıyordu henüz...
- Neden çalışmıyorsun?
- İstedim, çok yere gittim, almadılar.
- Ne yer ne içersin nasıl geçinirsin?
Sessizlik. Çok güzel rol yaptığını düşünen bazı seyirciler her soruya her cevaba gülüyorlardı. Kimiyse onu ters köşeye düşürmek için saçma sapan sorular soruyordu. Adamı çileden çıkarmaya çalışanlar başarısız oluyordu, bizimki çok sabırlıydı. Oyunu ben bitirdim. Seyirciler onun foyasını açığa çıkaramadıkları için hırslı ayrıldılar salondan. Oyundan sonra paraları eline sayarken nasıldı dedim devam etmek istiyor musun? Bu da sual mi? Tabi ki dedi. Sokakta her gün başına gelen sorgulamalardan para kazanmanın şaşkınlığı üstündeydi. Bir Evsize Sualler isimli oyunumuz 2009'dan beri Tiyatro Bahçesi'nde sahnelenmektedir. Bekleriz...

13.3.13

15. Bölüm

Kafamı kaldırdım tutunamadığım kitabımdan ve etrafımdaki insanlara baktım. Yılmaz Amca vardı. Adı Yılmaz olmalıydı çünkü yılmadan dışarıyı izliyordu; sanki hayatının son 25 senesini bu yolları, eklenip çıkarılan durakları, inen binen insanları, güneşli/yağmurlu/karlı havayı ve bazen buğulu camı, yükselen inşaatları, kesilen ağaçları, artan şerit ve araba sayısını izleyerek geçirmemiş gibi sıkılmadan izliyordu. İzlemeyi öğrendik hepimiz -sıkılmadan izlemeyi. Beklerken izlemeyi, izleyerek yaşamayı. Uyanıyoruz televizyon izliyoruz -haberler önemli-, durakta otobüslerden taşan insanları, gelip geçen otobüsler ve insanları izliyoruz, işe gidiyoruz iş arkadaşlarımız çalışıyor mu, patron beni görüyor mu ya da buralarda mı izliyoruz, işten çıkıyoruz yolda yürürken izliyoruz -sıradışı bir şey var mı, yoksa aynı insanları mı görüyoruz diye izliyoruz, sıradışı bir tip ya da olay varsa ne ala daha iyi izliyoruz, otobüse biniyoruz izliyoruz yılmadan aynı yolları izliyoruz Yılmaz Amca gibi. Onun yanında Ceylan var. Genç bir kız ürkek ürkek bakıyor etrafa bu yüzden adı Ceylan. Kimse benim farkımda mı bakışı var üstünde. İzlenmekten çoğumuz hoşlanmayız 'Ne bakıyorsun?' diye kavga çıkarabilen bir yapıya sahip oluşumuzdan da belli. Ama Ceylan bundan bizden biraz daha fazla endişe duyanlardan. Ona bakan Yılmaz Amca'nın yer vermesini istediğini anlamıyor üstüne üstlük 'Bana bakıyor galiba yaşlı sapık' diye geçiriyor aklından. Mahallede kulağına gelen bir şehir efsanesini - yaşlı bir adam genç kızların önünde tansiyonu düşmüş numarası yapıp oralarını buralarını elliyormuş- annesinin sesinden duyuyor kafasında binlerce defa. Her duyduğunda daha tedirgin oluyor, Yılmaz Amca'ya ters bakışlar atıyor. Her otobüsün sallanışında tedirgin oluyor en son dayanamıyor kalkıp yer veriyor. Yılmaz Amca yılmaz bakışlarıyla zafer kazanırken  Ceylan kurtulmanın zaferini otobüsün kalabalığına karışarak kutluyor. Kalabalık coşkulu herkesin elinde bayraklar. Atkılar sallanıyor, hep bir ağızdan marşlar söyleniyor Coşkun arkadaşlarının omuzlarına abanarak daha yüksek sesle bağırıyor onlara nazaran. Adı bu olmalı, Coşkun. Bitmek tükenmez coşkusundan geliyor. Her maç aynı tantana: bıkmadan, usanmadan, coşkuyla, sesi kısılana takım kazanana kadar. Haydi kartallar Coşkun geliyor. Yenildiklerinde aynı coşkuyla sövüyor Coşkun. Üstelik kazandığında bir gün arkadaşlarına gıcık tavırlar sergilemesine karşın yenildiğinde herkese -otobüste gördüğü atkılılar dahil- dert yanıyordu. Ceylan yüksek sesle coşkulu bir şekilde kartallara söven iki gencin yanında mahsur kalmıştı şimdi. Daha fazla dayanamayacağını düşündü ve mendilini yere attı. Mendil yere düşmedi. Bıyıklı, beyaz İspanyol paça pantolonlu, uzun favorili bir centilmen tarafından havada yakalanmıştı mendili. Mendili aldı, kokladı ve sahibine teslim etmek için diz çöktü. 'Kuzum,' dedi, 'neden dikkatli olmuyorsunuz? Az kalsın kalbiniz kadar temiz mendiliniz pis ayaklar altında en az benim içim kadar ezilecekti. Buna asla gönlüm razı olmazdı biliyor musunuz?' dedi. Ceylan 'Ah' dedi, 'Rıza?' Rıza -ki adı bu olmalıydı- 'Evet kuzum' dedi, 'Benim biricik aşkın'. Ceylan şaşkın 'Fakat, Leyla o ne der buna?'-Adı kesinlikle Leyla'ydı. 'O, Adnan'la kaçtı.'-Adı Adnan ya da Ferit olabilir- Ceylan bu filmin sonunu biliyordu. Binlerce defa izlemişti. Filmlerdeki aşklara çok özenirdi. Ama karşısına çıkan erkeklerin hiçbiri Tarık Akan -Adı Tahsin Üregül'dü- kadar yakışıklı değildi ve kimse onun gibi sevemiyor, onun kadar güzel bakamıyordu. Onun aldatması bile 'olsun'du. Bunları düşünürken ceketinin düğmelerini Coşkun'un ceketine iliklemişti. Otobüsten inerken de onu kendisiyle beraber dışarı sürükledi. 'Sen beni mi takip ediyorsun sapık?' deyip suratına okkalı bir tokat yapıştırdı ve bunu Yılmaz Amca izledi. 15.bölümün etkisinde kaldığımı düşünerek kitabımı okumaya devam ettim.

2.3.13

Gökkuşağı

Her şeye rağmen gülmeye çalışmak değil mi hayat?
Gülersin kendi rezilliğine ve korkaklığına, söverken içinden
Gözler ama, kalbin sadık dostu,
İhanet eder beyne

Çaresizlikten, bulamayacağını bile bile ararsın;
İnanmak istersin bir şeye, 'umut fakirin ekmeği'
Dünyanın en güzel yemeklerini düşlersin,
Bir ekmekle doyarsın.

Hayat herkese adil davranmaz
Kimi meyve bahçelerinde doğar
Kimi yağmur ormanlarında.
Ve ben rüyalarımda hep gökkuşağını gördüm

Bir gün ben bataklığıma gömülmüşken
Bir ağaç dal uzattı ve tutundum
Tırmandım ve dalından gökyüzüne baktım
Bulutlu ve karanlıktı, yıldızlar bile görünmüyordu

Hiç beklemediğim bir anda gökkuşağı çıktı göğe
Tırmanarak ağaca, dallarına basarak dokunmak istedim
O kadar uzak değildi ama kırılınca dallar düştüm
Düştüm ve rüya gördüm, rüyamda gökkuşağımda yatıyordum

Rüyalarda daha kolaydı her şey; dokunmak
Renklere doymak ve unutmak.
Gökkuşağı yılda bir görünürdü belki, ama
Ne zaman uyusam oradaydı gökkuşağım ve benimdi