8.10.13

yaşanmamış hayatlar

bir defalığına çocuk olabilir miyim tekrar? yapacak işlerim var çok ama çok önemli. ölüm kalım meselesi. mesela dut ağacı. yeterince tırmanamadım ona. çocukluk arkadaşlarım, onlarda da yapmam gerekenler var. yalın ayak avluda koşmalıyız daha çok, kız tavlamaya(!) gitmeliyiz saçlarımızı jöleleyip... yeterince yara izim yok bu yüzden biraz daha düşüp kalkmam gerekiyor. kırılmasın diye oynamadığım bütün oyuncaklarımı kırmam gerekiyor ve ortalığı fena halde dağıtmam gerekiyor toplamak yerine... çocukluğuma gidip pencereden sokağı izlediğim saatler yerine dışarıda zaman geçirmem gerekiyor şimdi insanları sevebilmem için... sadece bir defalığına çocuk olmak istiyorum tekrar daha çok resim  yapmak için.. yaşanmamış hayatlara bir tane daha eklenmemesi için

7.10.13

Gözlerimi kapatıyorum, bekliyorum, zaman geçmiyor. Gözlerimi açıyorum koşuyorum, koşturuyorum. Olacak olmayacak her şeyi yapıyorum. Oyalanmak zaman geçirmek için. Bir şişe var aklımda. Dolapta kilitli duran. Aklımda uyuşmak var unutmak var, dibine vurmak. Dibe vurmak var aklımda. Dibe vurmak içimden gelen... Bırakıp gitmek uzaklaşmak. Sokaklardan, şehirlerden... Hepsinden. İnsan olmayan yerlere gitmek var içimde... Bir mağaraya taşınmak kaça mal olur? Neler pahasına taşınabilirim huzura? Huzur var mı yanında fazla? Bende pek kalmadı da... Bıkkınlık var satılık. Kiralık da olur. Sahibinden... Biraz eski gerçi kullanılmış baya ama iyi iş görür. İçinizdeki tüm yaşam enerjisini alır götürür. Evdeyseniz evde oturursunuz tüm gün kıpırdamak bile gelmez içinizden. Dışarıdaysanız eve girmek gelmez içinizden. Biriyle sohbet etmezsiniz. Etseniz de açmazsınız kapılarınızı... Anlatmak ne kadar zor... Anlamak bildiğiniz şeyleri... Biliyorum tüm yaşadıklarınızı çok da bi cacık değil yani... Sizinki dert mi allah aşkına? Benim derdim büyük triplerine girmicem ama en azından olan biteni görecek kadar ayığım. Acıları görebiliyorum, soğuğu hissediyorum sokakta yatan insan adına, açlığı duyuyorum sokak köpeği adına ve aşk acısı çekebiliyorum bir aşk şiirinin yazarıyla birlikte... Haydi hiçbir şey bilmiyorum diyelim en azından şu kadarını biliyorum ki eğer anlatıyorsan anlatabiliyorsan derdin dert değil arkadaş. Kelimeler boğazına takılmıyorsa anlatırken gözyaşlarına boğulmuyorsan ya da hakkımda ne düşünürler diye çekinmiyorsan bırak abi dert değil bunlar anlatma bana. Tahammülüm kalmadı galiba poşet hayatlara... Yakınmalara, ağlamalara, bahanelere... Galiba olmayacak... Böyle gitmeyecek...

26.8.13

Sevmeye dair...

İnsan ne kadar çok şeyi sevebiliyor, gerçekten. Küçükken tırmandığı ağacı, ilk bindiği bisikleti,  fermuarlı botunu, kareli pantolonunu, ışıklı ayakkabılarını, ilkokul öğretmenini, diş doktorunu, roman karakterlerini, dinozorlu kumbarasını, çocukluk arkadaşlarını, ilk aşkını, çizgi filmleri, şarkıları, damda yatmayı, yara izlerini bile... Sevmek ne kadar kolaydı önceleri sebepsizce... Sanki zamanla sevecek yer kalmamış da kalbimde yeni gelenleri almak için bir sürü teste tabi tutuyor gibi hissediyorum. İlk soru neden seveyim ki oluyor ardından neden güveneyim ki? Sevmek sadece sevmek geçmişe özgü bir şey şimdi... O kadar az yer kalmış ki, eskileri silmek gerekiyor yenilere yer açmak için ama onlar o kadar saf, o kadar temiz ki silemiyorum. Geçmişte yaşayanlardanım ben de belki bu yüzden.

16.8.13

Milyon defa...

Milyon defa açtım defterleri
Geri kapattım...
Milyon defa aldım kalemi elime
Geri bıraktım...
Milyon defa cesaretimi toplayıp ayağa kalktım
...

25.6.13

...

Bulmak yazgı, susmak tercihtir
Susmak kabullenmektir, sessizlik acı
Acı çığlıklar duyulur karanlık sessizliklerde
Ve unutulmaz aşklar bulunur kalbin derinliklerinde

Yaşamak yazgıdır, ölmek tercih
Ölmek yenilmektir, sessizlik acı
Acı çığlıklar duyulur sahipsiz mezarlıklarda
Ve unutulmaz aşklar yaşar mezarın derinliklerinde

Sevmek yazgıdır, söylemek tercih
Kavuşamamak susmaktır
Susmak ölüm
Ve huzur bulunur ölümün derinliklerinde...

30.5.13

Eller

Eller çok romantiktir
Eller çok hassas.
İnsan önce ellere aşık olur,
Sonra eller aşk olur...

Bakmaya doyamaz gözler
İzlemeye kıyamaz
Hep kıyaslanandır onlar
En güzel gelen tek yer...

Gün gelir o eller,
Ellere karışır
Arkasına bile bakmadan
Artık ne saran vardır ne dokunan

Özlenen eller kalır geriye
Öpülesi eller...

14.4.13

Arabada

Arka koltukta oturuyordum. Geleceğe dair kaygılar ve aitsizlik hissi etrafımı sarmıştı. Gayri resmi bir işte resmi bir kılıkla çalışıyor ve o kadar etmediğimi biliyordum. Olmazsa o olmazsa bu diye tüm hayatımı ihtimaller ve hayaller üstüne kuruyordum. Hiçbir düşüncede bu durumda kalmak ya da altına düşmek yok tabi ki. Hep aşma var kırma zincirleri, hep bir patlama. Bir kayanın üstüne çıksam kendimi tepeye tırmanıyorken düşünüyorum, iki saniye geçmiyor Everest'in tepesinde buluyorum kendimi, ne taşa çıkmanın tadına varabiliyorum ne adım adım tırmanıp gerçekten zirvelere çıkacak istikrar ve sabrı gösteriyorum. Bir kopukluk var. Kafamda kurduğum dünyayla gerçek dünya arasında. Biliyorum hep var o atasözü bile var ama bu öyle değil. Onca hayal kırıklığı onca tecrübe, aldatılma, kandırılma, satılma, kullanılma karşısında hala mı 'bir umut'? Hala mı 'belki'? Hatalarından ders çıkarmayana aptal denirmiş ya ben daniskası olduğuma emindim artık. Bariz olan devasa gerçeğin ucunda sürünen küçük bir hayal kırıntısını görüp onu gözünde büyütüp ona hayaller bağlayan bir ben miyim gerçekten?
Arabanın bir virajda keskin dönmesiyle aralarına döndüm. Arkada pek kemer takmam ama takmaya karar verdim. Kemer, açılıp kapanan koltuğun arkasında kalmıştı. Bir an takmaktan vazgeçtim. Ancak araba aşırı süratli gidiyordu ve huzursuzluğum da aşırı hızla artıyordu. Yukarı baktım. Arabanın tavanından ötelere, sen yok mu dedim. Henüz değil en azından bir başkasının hıyarlığı yüzünden değil. Öne kaykılıp koltuğu açtım ve kemeri taktım. Huzurla dolmuştum. O kadar ki hayallere daldım yine. Şirketler kurdum, zincirler kurdum franchising bile dağıttım. Araba kaza falan yapmadı. Otobanın kenarında arabadan indim. İki sokak geçip dolmuşa binecektim. Üst geçidin altına geldiğimde bir araba bariyerlere çarptı ve havada attığı iki takladan sonra üstüme düştü. Tüm kaburgalarımın dümdüz olduğunu hissediyordum. Ciğerlerim paramparça olmuştu nefes alamıyordum. Son nefesimi de yardım istemek için bağırmaya çalışırken harcamıştım. Gözlerimi açtığımda rüyalarımdaki yerdeydim. Son zamanlarda burayı çok sık görmeye başlamıştım. Ve beklediğim kişinin koltuğu tam karşımdaydı. Koltuk boştu. Birden arkamdan bir el omzuma dokundu. Bir yanlışlık olmuş dedi. Korkuyla arkamı döndüm. Yaratıcım oradaydı onu görünce yüzyıllardır onun hasretini çekiyormuşum ve sonunda hasret sona ermiş gibi hissettim. Beni kucakladı. Kusura bakma küçüğüm dedi. Senin için planlarım bunlar değildi. Daha güzel bir kader yazmıştım sana bir yanlışlık olmuş. Ne demek istediğini anlamaya çalışırken 'olman gereken buydu' dedi. Seni yapmayı planladığım yani diye düzeltti ve kolunu kolonun arkasına doğru uzatarak birini çağırdı. Gelen kişi elinde devasa bir kılıç kocaman bir kalkan ve aşırı güçlü bir adamdı. Başta adamı kıskançlıkla süzdüysem de sonunda onun aslında ben olduğumu ama kendine duyduğu aşırı güven yüzünden tanınmaz bir hale gelebildiğimi anlayıp kendimden utandım. Demek ki benim kambur durmayan, gözlerini kaçırmayan, saçları açılmamış, uzun boylu, geniş omuzlu, yapılı halim böyle biri olabiliyormuş diye düşündüm. Ancak ben daha şaşkınlığımı atamadan "Hatamı düzelteceğim. Pardon canım" dedi. Altımdaki yer yok oldu hızla dünyaya düşmeye başladım. Pardon canım kelimesi kafamda yankılanıyordu. Pardon canım. PARDON canım. PARDON CANIM.
Ha efendim?
Uyan artık istersen geldik.
Igh tamam.
Ağzımdan salyalar akmış tişörtümü ve kemeri sırıksıklam etmiş bir şekilde arka koltukta uyandım. Araba durmuş herkes uyanmamı ve arabadan inmemi bekliyordu. İndim iki sokak geçip dolmuşa bindim. Dolmuşta tekrar hayallere daldım. Bu sefer bir Cruise aldım ve ağzına kadar müşteriyle doldurup dünya turu yaptım.