Eğer insanlar dış görünüşlerine göre yargılanabiliyorsa enstrümanlar da yargılanabilir bence. Bir sanatçı eline keman almışsa daha müziği duymadan hüzünlenirim. Akordeonsa ele alınan fıkraya dinlemeye hazır insan gibi neşelenmeye hazır ritmi beklerim. Çelloysa ağır abi konuşacaktır. Piyano, elit bir beyefendinin kibar bir ikramıdır. Darbukatör varsa göbek atacak birileri de vardır muhakkak. Blok flüt ufak bir çocuk olabilir ancak. Davul ve tokmak, bıyıklı Osmanlı beyefendisi. Eğer beklediğimden faklı çıkıyorsa notalar, neşelenecek yerde hüzünleniyorsam, gülecek yerde kızıyorsam eğer gözlerimi kapatır, bir de öyle dinlerim.
Hatıralarımdan hatırladıklarımı uydurduklarımla harmanladım biraz edebiyat sosu döktüm üstüne bir de maydanoz attım, adını da blog koydum
30.11.12
Önyargı
25.11.12
Sonsuz Boşluk
Gözlerim kapalı uyandım bu gece
Yağmur yastığımı ıslatmış yine
Tüm dünyamı temizlemekten tıkanmış
Nefes alamaz olmuş burun deliklerim
Göğsüme bir tır park etmiş yine
Yükünü boşaltıp gitmiş öbür geceye
Geceler arası yaşam durmuş
Geçmişle geleceğin bağı kopmuş
Hiç bir fark yok rüyalarla geceler arasında
Karanlık mı yoksa ben mi uyuyorum
Kaybettiğim insanlar konuştuklarım
Herkes fısıldıyor bir mezarlık sessizliğinde
Toprak kokusu doluyor burnuma
Soğuk bir pişmanlık var havada
Ahşaptan hoşlanmıyorum hiç
Uykum yok henüz
Geçmişle geleceğin bağı kopmuş
Hiç bir fark yok rüyalarla geceler arasında
Karanlık mı yoksa ben mi uyuyorum
Kaybettiğim insanlar konuştuklarım
Herkes fısıldıyor bir mezarlık sessizliğinde
Toprak kokusu doluyor burnuma
Soğuk bir pişmanlık var havada
Ahşaptan hoşlanmıyorum hiç
Uykum yok henüz
Ve Aya Bak
16.11.12
Savaşın Meyveleri
Yağmur yağıyordu yıkamak istercesine
Etrafa saçılan kanlı kollar, açık yaralardan akan
kanları
Ve akarak toprağın çamura çalan kahverengisinden
Kırmızıya boyuyordu berrak gölü
Susamış ağaçlar nefes almak istercesine
İçine çektiğinde bir yudum suyu gölden
Gelen sadece masumların kanıydı
Ve aç savaşzedeler bir lokma ekmeklerini bile
kıtlayarak yiyen
Hiç fark etmiyorlardı kanla beslenen meyvelerin acı
tadını
Daha acıydı çünkü savaşın tadı
Hücrelerine sinen savaş meyvelerinden
15.11.12
Şiir Gibi Aşk
13.11.12
Köprüaltı
Bir masam yoktu, bir sandalyem de yoktu. Bir kırtasiyede
satılan hiçbir şeye de sahip değildim, her ders öğretmenimden ödünç aldığım
kalem ve tüm yaz çalışarak alabildiğim tek ciltlik defterim sayılmazsa. Bir tek
öğrenme isteğim vardı benim ve öğretmen konuşmak için ağzını her açtığında
sonuna kadar açılan gözlerim.
Öğretmenim
çok zor şartlarda okuduğunu anlatırdı bize. Daha çok çalışmamızı istediği için
anlatırdı bunu ama bana anlatmasına gerek yoktu çünkü ben görürdüm onun ne
kadar zor şartlardan geldiğini. Anlattığına göre onun okula gitmeye zamanı bile
olmazmış. Evin tek erkeği olarak çalışması gerekirmiş. Okuldan ne öğrendiyse
küçük kız kardeşinin defterlerinden öğrenmiş. Gece işten geldikten sonra bir
yandan defteri okurken bir yandan da anlattırırmış kardeşine, böylece
kardeşinin anlamadığı yerleri de o, ona anlatabilirmiş. Okul yüzü görmeden
öğretmen olmuş sonunda. Öğretmen dediysem öyle aklınıza sınıfta oturan,
geçmişini unutmuş bir adam gelmesin. Gündüz tüm gün okulda dersler anlatıp
öğrencilerin sorunlarıyla tek tek ilgilen, elinden geldiğince onlara maddi
manevi destek olan ve en önemlisi de hepsine inanan bir adam benim öğretmenim.
Okul çıkışı bisikletine biner. Tüm şehri geçer, gerçekten uzun mesafelerden
bahsediyorum, ve benim okuluma gelir. Ben ve benim gibilerin. Şehrin en uzak
köşesinde eski kullanılmayan bir köprüaltı burası. Buradan yıllar yıllar önce
nehir geçermiş ama artık kurumuş. Yağmur yağdığında ki buralara çok sık yağar, su
almayan tek yer burası. Burada okula
dair tek şey belki de duvarın siyaha boyanmış kare bölgeleri. Öğretmenim ve
diğer öğrencilerin öğretmeni bu siyah kare bölgelere beyaz tebeşirle yazar,
orayı tahta gibi kullanırlar. Tahta gibi derken öğretmenimin söylediğine göre
okulda bunlar tahtadan oluyormuş. Evet, belki biz zor şartlarda okuduk,
okuyoruz ama öğretmenimin hakkını vermek lazım o hâlâ zor şartlarda ders
anlatıyor. Bunu severek yapıyor, yapmak zorunda değil. Hayır, hiç değil.
Okuldan aldığı parayla kendine araba bile alabilirdi ama o bize kütüphane
açacağına söz verdi. Açacağını da biliyorum.
Bu okulda her yaştan insan var
hatta benden 50 yaş büyük biri bile benimle aynı sınıfta. Sınıfa katılmak için
tek bir şart var: öğrenme isteğiniz. Zaten onu da öğretmen ya da başka birisi
sınamıyor; yağan yağmur sınıyor, esen ve iliklere işleyen rüzgâr sınıyor,
oturduğunuzda batan taşlar, çömeldiğinizde uyuşan ayaklarınız sınıyor, yerden
yediğiniz soğuk, yazarken iki büklüm olmaktan tutulan sırtınız sınıyor öğrenme
istediğinizi. Peki, ben neden mi bu kadar öğrenmek istiyorum? Öğretmen olup
benim gibi kimsesiz kimselere, öğrenmek isteyenlere ne biliyorsam öğretebilmek
için.
7.11.12
Kartpostal Hayat
Yemyeşil bir çimenlik, dalgalı bir deniz ve kapkaranlık bir gece bir aradaydı onlar el ele yürürken. Çimler sırılsıklamdı ve bastıkça nefis çimen kokusu yükselip yosun kokusuyla kısa bir süre savaşıp kayboluyordu. Sonra rüzgar gelip yosun kokusunu da alıp uzaklaşıyordu kısa bir süreliğine, sessizliği bırakarak ardında. Yerde meşaleler yanıyordu belirsiz aralıklarla yerleştirilmiş olan. Ortalığı turuncuya boyayan ve manzarayı bir kartpostala çeviren de buydu sanırım. Üstü çıplaktı çocuğun, kızsa etek giymişti. Hadi yüzelim, dedi kız. Çocuk aniden durdu, bakışlarını gökyüzüne kaldırarak düşündü. Neden korkuyorsun?, dedi kız. Neden kaçıyorsun? Cesaret, dedi çocuk, cahillere göre bir şeymiş, artık biliyorum...
3.11.12
Aşk Sana Çok Yakışıyor
Elindeki sigaradan bir nefes aldı. Derin bir nefes. Kız yutkundu, canı istiyordu. Yeni bıraktığımı biliyorsun, dedi. Sinirlenmişti karşısında keyifle ve utanmadan sigara içmesine. Kızmıştı kendine de, tiksinerek, bıkarak bıraktım zorla bırakmadım ki neden canım istiyor? İçerse pişman olacağını da biliyordu. Ama böyle bir bağımlılıktı bu her bağımlılık gibi. Alerji yapacağını bile bile acı yemek gibiydi. Beynin bilse de gerçeği kalbin istiyordu. Bunun bir çözümü yok. Sigarayı tamamen bırakamayacağını da biliyordu içmeyi sevemeyeceğini de. Aslında sana yakışıyor biliyor musun?, dedi. Anlamadım?, dedi çocuk. Konunun üstünden baya geçmiş çocuk sigarasını söndüreli baya olmuştu. Aşk, dedi kız. Aşk sana çok yakışıyor.
1.11.12
Kemanımın Teli
Kemanımın tellerinde geziniyorum, parmaklarım birbirini kovalıyor. Piyanodaki parmaklarsa beni kovalıyor. Hayatımda yaşadığım tek heyecan bu. Başıma gelen ilk kovalamaca. Düzmece bir hayatın içerisinde desteksiz yapıların arasından geçiyorum. Kimsenin hiçbir şeye sahip çıkmadığı küçük bir dünya. Dev bir ayakkabıya çarpıyorum. Kafamı kaldırıyorum ta tepeye kadar, görmeye çalışıyorum. Dev bir çocuğun küçük kırmızı ayakkabıları bunlar aslında. Küçücük kalıyorum onun yanında, onun cesareti ve bu hayata duruşu karşısında. Ben kaçarken notalardan o elinde bir fa anahtarı ile direniyor. Kafasını öne eğmiş, sabırla zamanını bekliyor. Kazanacağına inanıyor en azından. Kaçmanın saçmalık olduğunu fark ediyorum. Savaşmaya değerdi en azından. Kendimi fark ettirmeye çalışıyorum. Şarkımı daha coşkulu çalışıyorum. Daha bir aşkla. Kız beni fark ediyor. Bana bakmak için kafasını eğdiği sırada üzerime bir gözyaşı düşüyor. Gözyaşı benim kadar. İçerisinde boğulacak gibi oluyorum. Birkaç damla daha düşünce akıntıya kapılıp kaymaya başlıyorum. Kemanım akıntıda kayboluyor ve şarkım susuyor ama küçük kız gitmeme izin vermiyor. Beni alıp mavi önlüğünün üst cebine koyuyor, dümdüz ve upuzun saçlarıyla cebinin üstünü kapatıyor. Kurulanmaya çalışırken iyice gömülüyorum derin cebe. Savaşımı unutuyorum, silahım da yok zaten. Yorgun düşmüşüm iyice, uyku bastırıyor. Günlerdir uyuyamıyorum bari şimdi iyi uyusam.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)