19.2.12

Dilsiz Palyaço




               Ağzındaki bir düdükle her şeyi kolaylıkla anlatabiliyordu. Kimse onun gerçekten dilsiz olduğuna inanmıyordu. Ambulans gördüğünde yere yatıp "ölen adam" taklidi yapan, karşıdan karşıya ağır çekimde geçip şoförleri çıldırtan, gidip polis memurlarına yazan, insanların arasından seçtiklerine düdükle talimatlar vererek oynatan, eğlendiren, kendi çevresinde oluşan geniş çemberin ortasına aniden dalan ve gösteriden haberi olmayan yaşlı amcanın çıkmasını beklerken patlamış mısır yediğine bizi inandıran fakat para toplama kısmına gelindiğinde çevresinde kimseyi bulamayan bu palyaço en sonunda eşyalarını ve bozukluklarını sırt çantasına koyup mola veriyordu, havuz başında oturan insanlara katılarak. Molada yanına gelen ve hala ona inanmayan insanlara konuşmayarak anlatıyordu, anlamak istemedikleri ya da yakıştıramadıkları dilsiz oluşunu.

             Bir gösteri daha yapıyor , molada kendisine uzatılan kolayı içtikten sonra. Kalabalık tekrar toplanıyor, artıyor, gülüyor, coşuyor ve para verme zamanı kimse kalmıyor yine... Alabildiklerini çantasına koyuyor; şapkasını ve eşyalarını.
            Düdüğü boynunda, makyajı hâlâ yüzünde, alıyor çantasını ve karışıyor kalabalığına, Madrid sokaklarının.Sessizce...

  

18.2.12

Maskeli Balo


Telefon sesi...

(Sessizlik...)

Telefon sesi...

        Kadın ikinci çalışın bitmesine izin vermeden açar telefonu. Tereddütlü ve isteksiz konuşur. Az ve öz."Hayır"  der, "Gelemem."  ve  kapatır, telefonun içinden bir el uzanıp onu çekecekmiş gibi telaşla...

        Odaya döner, yaptığı yapbozun başına. 10.000 parçalık bu set, neredeyse odanın tamamını kaplayıp odaya bir "yapboz odası" havası katıyordu. Venedik'te düzenlenen festivallerden bir görüntüydü: Maskeli baylar ve bayanlar, çeşitli pozlarda salınmaktaydılar.

       Bir parçayı eline aldı, dikkatle baktıktan sonra ne yaptığının farkında bir tavırla, odanın bir ucunda duran komidinin çekmecesine attı; diğer beyaz küçük parçaların yanına...

      Kapı sesiyle irkildi. Gözleri o anda saate kaydı ve kapıya koştu, heyecanla kapıyı açtı; yüzünde bir maske olduğunu unutarak. Öz çocuklarının yüzüne - daha doğrusu maskesine - bakmamasıyla hatırladı tekrar maskesini. Ancak bedeni, inanmamakta ısrar ediyordu. Elleri dokundu, yanağının olması gereken yerde bulunan, maskesine. Oradaydı işte.  Bir çelik kadar soğuk ve ifadesiz, bir porselen kadar beyaz.

      Çocuklar adeta mırıldanarak "merhaba" dedikten sonra koşarak içeri geçtiler. Hala alışamadığı bu duruma, olduğu yerde art arda sorular sorarak tepkisini gösteriyordu belki de; "Nasılsınız canlarım?" , "Nasıl geçti gününüz?""Okulda bir yaramazlık olmadı ya?"... Kadının söyledikleri, çocukların ayaklarının altında ezilen merdiven sesinde kayboldu... Elinde kalakalan küçük kızının çantasına baktı bir süre ve odaya geçti...

                                                         o-o-o

       Otoparkta ilerlerken resmen dans ediyordu. Çantasını sallayışında, yüzünde tutamadığı gülümsemesinde bir hınzırlık vardı, ya da saf bir mutluluk... Arabasına bindi -kaliteli bir 4x4- müziği yeterli seviyede açtı ve şarkı söylemeye, araba sürmeden önce başladı. Işıklarda eliyle direksiyonda ritim tutarken, ritmi bozan bir ses duydu. Telefonunu eline aldı ve o sırada, o mutlu adam arabadan inip gitti sanki; tadı kaçtı, suratı ekşidi, müziği duymaz oldu - o kadar mutluluk veren müziği-, hatta alnında bir damar bile atmaya başladı. İsteksiz bir sesle açtı telefonu: "Yoldayım canım, geliyorum."  Telefonu kapatıp müziği son ses açtı ama artık müziğe kendini kaptıramıyordu. Sinirle CD çaları kapattı.

                                                          o-o-o

     Zaten kocası geç kaldığı için iyice tedirgin olmuştu bir de inatla bulamadığı yapboz parçası onu çileden çıkarıyordu. İşte bu kapıyı neden sevinçle açtığının göstergesiydi. Her kapı açış, her karşılarına çıkış bir işkenceydi halbuki... Umutsuzluğuna umut olan kocası elinde deri kaplı çantasıyla, ilk evlendikleri gün ki gibi tatlı gelmişti: Gözlerini kaldırıp gözlerine baksaydı tabi, uzattığı yanağını öpüp de içeri girseydi ve hiç olmazsa maskenin alt köşesinden süzülen gözyaşlarını görseydi. Hiç mi hissetmemişti "Yemek hazıııır!!" diye bağırırken, içtensizlikle, sesinin titrediğini? Yemekteki patlayışının sebebi bunlardandı aslında. "Yeter artık dayanamıyorum!" dediğinde, tıpkı bundan 4 yıl önce dediği gibi, gerçekten dayanamıyordu.

                                                          o-o-o

       "Yeter artık dayanamıyorum!"  Eğer çatalı eğercesine sıktığı eli zangır zangır titremeseydi bunu kimin söylediği bile anlaşılamayacaktı. Kafasını öne eğmişti; kıvırcık, kabarık saçları ortadan ayrılmış olmasına rağmen her yerdeydiler şimdi. Sol gözünün etrafı mordu, yüzünde bir iki sıyrık da vardı. Kendini zaten çok zor tuttuğu belli olan kocası hiddetle yerinden kalktı ve kadının yüzüne okkalı bir tokat attı.

(Karanlık...)

                                                         o-o-o
  
(Karanlık...)

Yeter artık yeter...! Dayanamıyorum, lanet olsun! Ne yediğim yemekten, ne içtiğim sudan tat ala... Hayır hayır çocuklarım onlar benim, sadece sevgilerini yeterince gösteremiyorlar o kadar. Kocam beni sevmese bile çocuklarının annesini sever, evet sever. Dayanabilirim. Dayanmalıyım...

                Bir süredir bu dengesiz ruh haliyle mutlu olmaya çalışıyordu ve her seferinde derin pişmanlıklar yaşıyordu. Bu sefer yaşamadı. İyi ki içime atmışım dedi, neyse ki içimden bağırmışım... Sıktığı elini yavaşça gevşetti. Çatalını sessizce tabağının kenarına koydu ve maskesinin faydalarını kullanarak çaktırmadan aile fertlerine baktı. Veli toplantısından bahsediyorlardı ve kimse fark etmemişti. Sessizce yemeye devam etti.

                                                         o-o-o



Telefon sesi...

(Sessizlik...)

      "Alo?"  Koşarak açmıştı bu sefer; "Ben,"  dedi, "kararımı değiştirdim. "  Karşı taraftan ses gelmesini bekledi. Aslında şoku atlatmasını bekler gibiydi. Sonunda cevap geldi, cevaba hızla ve heyecanla cevap verdi: "Bugün? Tamam. Tamam,  görüşmek üzere..."  İlk seferinde telefonu kapatamadı, elleri titriyordu.

        Koşarak yatak odasına gitti. Aynanın yüze denk gelen kısmı kırıktı - maskesini vurarak kırmıştı -  maskeyi çıkardı ama yüzünü görmek zorunda değildi ve hiç bakmadı yüzüne. Kalktı dolaptan bir kıyafet aldı ve giyindi. Sadece gözlerini açıkta bırakan kadife bir kara çarşaftı bu. Peçesini iğneledi, çantasını aldı, ayakkabısını giydi ve evden çıkmadan son bir kez hayallere daldı.

                                                          o-o-o

          Aynı aynanın karşısında bu sefer cesur  dekolteli, saçları fönlü çok güzel bir kadın durmaktaydı. Tam çıkmak üzereyken arkadaşları durmadan arayıp acele ettiriyorlardı, şu an yaşayıp yaşamadıklarını bile bilmediği, hiç arayıp sormayan arkadaşları.


                                                          o-o-o

        Doktorun odasındaydı şimdi.. Doktorun elinde test sonuçları yani hayatının geri kalanının onlara bağlı olduğunu bildiği kâğıt parçaları...